Sayfalar

22 Ekim 2024 Salı

 SENSİZLİK

Sana çok şiirler olmuş sevgilim.

Dudaklarından mısralar,

Gözlerinden beyitler damlıyor.


Güzelliğin Mona Rosa'yı,

Varlığın ise 7. senfoniyi hatırlatıyor.


Saçlarında kabare tiyatrosu,

Sensizlik inan çok zor.

MUVAKKAT HÜRRİYET!


   İnsanlığın çetrefilli ve uzun uzadıya tarihine baktığımızda her zaman bir hakim ideoloji veya fikir vardır. Tabi ki bu ideolojiler karşısında da  çeşitli muhalefetler vardır.  Bu muhalefetler çoğu zaman fikir birliğine varamaz. Varamaz mı ya da varmak istemez mi? Orasını siz değerli okuyucularımın temiz niyetlerine bırakıyorum. Muhalif fikirlerin kavgası hiç bitmez. Her zaman asıl doğru kendilerini iktidara taşıyacak olandır. Bu netice de iktidarın süresini ve demir kırbacını arttırır. İktidarın baskısı arttıkça muhalifler hürriyet ve demokrasi çığlığı atar. Lakin bu çığlık ve seslenişler tamamen bir aldatmacadır. Çünkü her fikir muhalefette demokratiktir.

 Osmanlı'nın son dönemine baktığımızda İstibdat Dönemi yaşanıyor, gazetelerde muhalif yazı yazmak bile jurnal ile suçlanıyordu. Sonra '' Hürriyet Kahramanı'' unvanı ile biri çıktı geldi. Enver Paşa. Hürriyet istedi. İttihat Terakki ile beraber Meşrutiyet ilan etti. Sonra Meşrutiyet sisteminin içinde sadrazam olan Kamil Paşa, bir çok subayı makamında vurulduktan sonra silah zoruyla makamından istifa ettirildi. Velhasıl kelam hürriyet isteyen muhalefet iktidarda olduğunda despotlaşıyor. Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Var olun.

24 Eylül 2024 Salı

 DOĞUDA ÖĞRETMEN OLMAK / BÖLÜM 1





Merhaba değerli okur,

''Öğretmen olmak yeterince zor bir meslek bence. Bu zorluğa bir de doğu şartları eklenince daha da zorlaşıyor.'' demişti bir arkadaşım. Bu cümle Şırnak Merkez'de göreve başlayınca daha bir anlam kazandı benim için. 1 Eylül 2023 yılında başladığım görevimde çeşitli zorluklar görmüş olabilirim. Özellikle bir köy okulu olunca daha farklı şartlar sizi karşılaşıyor. Böyle yazınca da çok abartmış oluyorum herhalde. Kömürle soba yaktığım yok ama ilk zamanlarda çok fazla elektrik kesintisi, su kesintisi, okul binasının eskiliğinden kaynaklanan sorunlar oldu. Zamanla daha iyi şartlar oluşuyor. Daha iyi şartların oluşması dileğiyle. Var olun.

14 Kasım 2021 Pazar

İdama Götürülen Devrimcinin Son Mektubu

 Ah Sarah,

yağmurlu havada terkettiğinden sanırım tüm bulutlara dargınım. Artık deniz kenarında da dolaşmıyorum, Senin kokun siniyor hırkama.

 Sarah, ruh tabibim, kıymetlim, seni tüm benliğimle seviyorum. 

Biliyorsun bizler, sevdiğimiz kıza doyasıya bakamayız. Bakamadım utancımdan hiç dudaklarına, gözlerim hep dudağının üstündeki bene bakmakla yetindi. Lakin karışsan da  binlerce dudak arasına bulurum dudaklarını. Hiddetlenme, ben hep bıraktığın sokakta, hep beni bıraktığın yaşta olacağım.

26 Eylül 2021 Pazar

Mahalledeki Sütçü

 Süüt, sütçüüü, süüt !  diye yankılı bir sesle bağırıyordu  orta yaşlı, sıcak havaya rağmen redinkotlu ve dağınık  sakallı sütçü amca. Sesini çağrının ötesinde bir huzur esintisi gibi kullanıyordu adeta .   Mahalleye uzun uzun göz gezdirdikten sonra tahta tekerlekli arabasını mahallenin içine doğru sürdü. Tahta tekerleğin altına sıkışan taşlar arabayı sallıyor ve kaldırım taşları ile döşeli mahallede bir hayli ses çıkartıyordu. Mahalle sakinleri hem sütçü amcanın yanık sesinden hem de tahta tekerlekli arabasının çıkardığı gıcırtılardan sabah olduğunu anlamıştı.

Sebahat Abla, sütçü amcanın sesini duyar duymaz cama çıkmış, elinde tuttuğu tenceresini camın kenarına koymuştu. Sütçü amcadan alacağı sütle yapacağı yoğurdu düşünüyor bir hayli heyecanlanıyordu.  Sütçü amca pencerenin yanına geldiğinde hep yaptığı üzere eliyle Sebahat Ablayı selamlamış ve tenceresini sütle doldurmuştu. Sebahat Abla, teşekkür ederim, demek isteyen bir gülümseme ile başını salladı. Elinde tuttuğu parayı pencerenin kenarına koymuş, memleketten yeni gelen leblebiden bir kese kağıdı ikram etmişti. Sütçü Amca beklenmedik anda gelen küçük mutluluklardan çok hoşlanırdı. Sebahat Ablanın yaptığı bu süpriz davranış karşısında da mutluluğunu gizleyememiş ve yüzünde horoz şeker bekleyen çocuğun şekerine kavuşması misali bir  gülümseme meydana gelmişti.

   Sütçü Amca, kendinden süt bekleyenleri bekletmemek için tahta arabasını mahallenin içine sürmeye devam ediyordu. Ali Rıza Amca çoktan bahçe kapısını açmış,  elinde tuttuğu güğümünü kendince temiz bulduğu toprağın üzerine yerleştirmiş taze sütünü bekliyordu.  Sütçü Amca güğümü doldururken Ali Rıza Amca güğümün sütle doluşunu izliyor, çıkan sesle de bir hayli huzur buluyordu. Ali Rıza Amca kümesten taze aldığı yumurtalardan ayırmıştı aldığı bir güğüm sütün karşılığında. Güğümün dolduğunu anladığında yumurtaları Sütçü Amcaya uzatmıştı. Yumurtaları utana sıkıla alan Sütçü Amca, mutluluğunu gizleyememiş ve kendine emek kokan yumurtaları uzatan eli sıkıca tutmuştu. Böylece iki ihtiyar mahalleye vefayı anlatan bir tabloyu canlandırıyordu.

   Mahalledeki son ev garip şairin eviydi. Battaniyesi ile balkonda oturur,  şiirler yazmak için mahalleden geçenleri seyrederdi. Sütçü amcanın balkonun kenarında belirmesi ile heyecanla ayağa kalktı. Terredütsüz şiir defterinden bir yaprak koparıp sevgiliye verilecek bir mektup gibi özenle katladı. Sütçü amca başını kaldırıp şaire bakmıyordu. Çünkü o da biliyordu ki bu garip delikanlı ile göz göze gelmek hıçkırarak ağlamak için kendisine davetiye çıkarmaktı. Garip şair portakal kabuğu gibi turuncu, zarif ve saplı bardağını sütçü amcaya uzattı. Bardağın içine defterinden kopardığı yaprağı koymayı unutmamıştı. Sütçü amca bardağı alır almaz içinden defter yaprağını alıp pahalı bir köstekli saat gibi yüreğinin üstündeki iç cebine koymuştu. Delikanlının bardağını ağzına kadar sütle doldurdu. Bardağı balkonun kenarına bıraktı ‘’Afiyet olsun’’ dedi kısık sesle sonra arkasına bakmadan terketti mahalleyi.

   Mahalleye gece çökmüş, dışarıda balkonda oturan garip şairden başka kimse kalmamıştı. Garip delikanlı geceleri gökyüzünü izler gözünü hızla akıp giden bulutlardan ayırmazdı. Semaverinden çıkan kıvılcımlardan başka ışık yoktu koca mahallede. Ara sıra huysuzlanan köpekler havlar ve onun dışında tamamiyle bir sessizlik bürürdü etrafı.  Lakin bu gece sadece garip şairin farkettiği bir değişim vardı mahallede. Gökyüzünde tek bulut yoktu. Gece tüm karanlığı ile ortadaydı. Semaver bir türlü yanmıyor , şairin zor bela güneşte kuruttuğu odunlar ateş almıyordu. Bu gece diğer tüm gecelerin aksine mahalle sakinleri yüksek sesle müzik dinliyor, etrafı rahatsız ettiğininin farkına varmıyorlardı. Garip delikanlı kendisine tanınan mühletin son bulduğunu anlamıştı. Tanrı artık bu mahallede de ona huzur kalmadığını gün yüzüne çıkarıyordu adeta.  Garip şair, bavuluna kitaplarını koydu, fesleğenini koltuğunun altına aldı ve sessizce çıktı evden. Mahallenin başına geldiğinde son kez geri doğru baktı,  derin bir iç çekti ve yola koyuldu ağırca.

    Mahallede yeniden güneş doğmuş mahalle yeni bir güne uyanmıştı. Sütçü amca tahta arabasını heyecan ile sürdü mahalle içlerine doğru. İlk önce  Sebahat Abla yoğurt yapmak için beklediği süte  kavuştu. Sonrasında Sütçü amcanın ihtiyar dostu Ali Rıza Amca, bahçeye çıkmış ve yumurtalarını gazete kağıtlarına sarmıştı.  Sütçü amca güğümü sütle doldurduktan sonra dostunun elini her zamanki gibi sıkıca tutmuş ve onun kendisi için hazırladığı yumurtaları arabasına koymuştu. Hep yaptıkları üzere güleryüzle ayrıldı kadim dostlar.

   Sütçü amcanın gün içindeki son durağı her vakit olduğu gibi battaniyeli garip şairin eviydi. Balkonun önüne geldiğinde kendisine uzanan bir defter yaprağı olmayınca bir hayli korktu Sütçü amca. Başını ağır aksak şekilde yukarı kaldırdı.. Balkonda delikanlıyı göremedi.  Etrafına göz gezdirdi kimsecikler yoktu oracıkta. Balkonun köşesinde delikanlının bardağı duruyorudu. İçeri doğru kafasını uzattığında bardağın içinde bir şiir defteri olduğunu farketti. Bardağın altında da bir kağıt vardı. Tedirgin bir edayla bardağı kaldırdı. Kağıtta özenle yazılmış yazıya dikkat kesilmişti. ‘’ Artık bardağımın sütle dolmasına gerek yok. Şiir defterim de aldığım tüm sütler için armağanımdır size. İçecek süt karşılığı verecek hiçbir şeyi olmayan çocuklara benden birer bardak süt ikram edersiniz. Elveda Sütçü Amca.’’ yazıyordu battaniyeli garip delikanlının şiir defterinden son kez kopardığı saman yaprağında. Sütçü amca garip şairin balkonunda duran ve battaniyesini arkasına astığı sandalyeye yığıldı. Garip şairin oturduğu yerden mahalleye bakıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözyaşlarının dindiği bir ara ‘’ Bu balkondan ve bu sandalyeden izleyince bu  mahalleyi, şiir yazmak geçiyor insanın içinden’’ dedi tiz bir sesle kendi kendine. Battaniyeyi omzuna aldı, şiir defterini önüne koydu. Yıllardır iç cebinde olan dolma kalemini çıkardı titreyen parmaklarıyla. Delikanlının şiir defterini açtı derin bir nefes çektikten sonra. Sonrasında tüm mahallelinin duyacağı bir ses yükseldi garip şairin oturduğu balkondan. ‘’ Artık bende şairim!’’.                      

11 Kasım 2020 Çarşamba

KARIŞIK VAR MI?


   Günün birinde genç bir Alman subayı Pablo Picasso'nun yanına gelerek duvardaki tabloyu gösterir. ''Bu tabloyu siz mi yaptınız?'' diye sorar. Picasso'da istifini hiç bozmadan ''Hayır, siz yaptınız'' cevabını verir.
   Değerli okurlar! Bugün bu diyalogun müsebbibi olan tabloyu incelemek üzere İspanya'da bulunan ''Reina Sofia Müzesi''ne konuk olacağız.
      
Yıl: 1934    Tür: Tuval Üzerine Yağlıboya     Boyut: 349 cm/ 776 cm 
                    Konum: Reina Sofia Müzesi/ Madrid

   26 Nisan 1937'de Nazi Almanya'sı İspanya iç savaşını bahane ederek 28 bombardıman uçağını deneme amacıyla İspanya'nın Guernica kasabasına atmıştır. Bu saldırıda 250 ila 1600 kişinin hayatını kaybettiği söylenir.
    
   Böyle elem verici bir hadiseden sonra arkadaşları Picasso'dan bir tablo yapmalarını ister. Picasso kendisine yönelen bu ısrarları kıramaz ve o ünlü tabloyu resmeder.
 
   Bu ünlü ressamın tuvali ile meydana getirdiği çizgileri kendi ruh dünyamızda aydınlatmak için daha yakından bakalım. 

   Tablomuzun genelinde gri ve siyah renkler hakimdir.Bunun sebebi hepinizin de tahmin edeceği üzere o küçük kasabada olan kaos ortamını aksettirmektir. Kaos ortamını hissettirmek için sadece renkleri kullanmakla yetinmeyen ünlü ressam, figürlerdeki karmaşayı en üst düzeye çıkararak o kaos ortamını adeta yaşamamızı ister.

   Tabloyu daha dikkatli incelemek istersek, en solda yer alan boğa ve at figürleri kesinlikle dikkatleri üzerine çekecektir. Boğa muhtemelen dönemin  İspanya Hükümeti Franco'yu temsil eder. Diğer yandan tablonun ortasında bulunan bir at, atın tam gövdesine saplı bir mızrak ve atın hemen ayakları altında can çekişen bir asker görülür. Bu imgelemede ise at, İspanya halkını ve atın gövdesindeki kılıç ise halkın yenilişi ve teslimiyetini simgeler. Bir diğer ilgi çekici imge ise yerde yatan askerin elinde bulunan çicektir. Bu çicek imgesi ise umudun tükendiğini simgeler.

   Tablonun sağ tarafında ise elinde gaz lambası tutan bir kadın görülür. Bu kadın imgesi de umudun devam ettiğine ve tüm bu kaosa rağmen bir çözümün olabileceğine dair izler taşır.

    Tablonun ortasında ve en üstte yer alan ampul ise her şeyi gören bir gözü ve bu göz aracılığıyla bu yaşananların ilahi bir bellekte daima yer alacağını simgeler.  
     Savaştan daima uzak, savaşa daima karşı hatta barış için çabalayan bir dünyada yaşamak dileğiyle... Sanatla kalın.

2 Kasım 2020 Pazartesi

BİR KAYADA SANAT

                        


                 Acılarımız. Kaçıyoruz, yaşamaya korkuyoruz. Kimi zaman da haykırmak istiyoruz.      Dağlara, taşlara... Onları haykırmaya dilimiz varmadı da şiirlere, resimlere, kitaplara, türkülere  yükledik bu görevi. Bizim yerimize anlatsınlar istedik. Şimdi susuyoruz.Hissedilmesi gereken bir  acı var. İki keklik türküsünün hikayesi ile acılı bir yola çıkıyoruz. Durağımız Balıkesir/ Edremit.

                Oğlunu savaşa gönderen bir ana. Şöhret Hanım. Her ana gibi vatanı uğruna acılara  göğüs geren ikinci vatanı olan oğlundan da vazgeçmek istemeyen bir ana. 

                Adı gibi zamanın meşhur kadınlarından biri Şöhret Hanım. İyi giyimli, kundurası boyalı, yazması oyalı... Her yiğit gibi onun oğlu Zekeriya da vatanı için savaşmaya gidecektir elbet. Sarıkamış'a. Kar, kış, kıyamet... Karları temizleme görevi olan Zekeriya, görev sırasında kar  kuyusuna düşerek şehit olur. 

                 Şöhret Hanım bir keklikle dertleşirken alır oğlu Zekeriya'nın haberini. Feryat figan ortalık. Yetmez. O haberle, o acıyla yazar bu dizeleri:

   

                         İki keklik bir kayada ötüyor.

                  Artık Şöhret Hanım da keklik olmuş acısını kekliklere anlatmaktadır.


                       Ötme de keklik derdim bana yetiyor.

                  Derdine derman aramaz. '' Sen sus ben anlatayım, ben haykırayım'' der bu dizelerle adeta.


                      Annesine kara da haber gidiyor

                     Yazması oyalı kundurası boyalı yar benim aman

                  O kara haberi alanın kendisi olduğuna inanmak istememiş sanki.

                   Her çağda her asırda acılarımızı sığındırdığımız bir yerler var. Yeter ki içimize yakıştırmayalım onları. Dinleyelim, dinletelim... Bu türküyü de Necla Erol'dan...

                  Sanat iyileştirir.

                  Sanatla kalın...

                 

27 Ekim 2020 Salı

 

             

              GÜLMEK

Gülmek, hani sana en çok yakışanından.

Gülsen diyorum,

Sen gülsen,

Radyodan buğday kokusu gelse.

Sen biraz daha gülsen 

Köyiçi'nden şampiyonluk türküleri

yükselse göğe.

Diyorum ki kulakların varsa ağzına,

Hem pandaların doğum oranı da artar.

Ansızın bir kahkaha patlatsan

Dünya üzerinde biter tüm savaşlar.

                                                                           -Ferhadi

7 Ağustos 2020 Cuma

UÇAN DA KUŞLARA MALUM OLSUN

     

                  Buram buram türküler listemizde bugün konuğumuz yüreklerde bıraktığı derin özlemle gözlerimizi ıraklara döndüren ''Yüksek Yüksek Tepelere Türküsü''ve onun acıklı hikayesi...   

                 Kına gecelerinin vazgeçilmezi olan bu türkü düğün evini cenaze evinden daha çok gözyaşı akıtacak bir hale nasıl getirir inanın tahmin edilmesi güç. Müzik dünyası bu konuda oldukça şaşkın olsa gerek. En hit şarkıların bile üç ay içinde unutulduğunu düşünürsek böylesine bir türkünün yıllardır kız evlerinde söylenmesi her açıdan mucizevi bir durum. Sanırım bu müzikaliteden de  öte bir kader ortaklığı ve ruh eşleşmesi vakıasıdır. Tabii böyle bir durumda kader ortaklığını kiminle yaptığımız sorusu düşüyor zihinlerimize. Zihinlerimize düşen bu sorunun yanıtını bulmak için yıllar evvel uzak bir köye gelin giden Zeynep'in hikayesine birlikte göz atalım:

                    Anadolu'nun şirin bir köyünde yaşayan Zeynep çarşıya çıktığı bir gün uzak bir köyden çarşıya elindeki malları satmak için gelen Ali' yi görür. Ali'nin de bu durumda böylesine duru bir güzelliği fark etmemesi imkansızdır. İlk görüşte Zeynep'ten çok etkilenen Ali hemen eve haber salarak Zeynep'e görücü gönderir. Karşılıklı olarak anlaşan bu genç çift kısa zaman içerisinde evlenir ve Ali at sırtında eşini üç gün üç gece uzaklığındaki köyüne getirir. Zeynep'in çileli günleri de bu zamanlarda başlar. Günümüz toplumunda da sıklıkla görüldüğü gibi Ali'nin sevgisi saman alevi misali tez zamanda tükenir. Eşinin bir gül gibi naif ve taze olduğunu unutan Ali onu her gün sulamak ve onunla ilgilenmek yerine dallarını budamayı tercih eder. Ali'nin heyecanının gitmesinin yanına Zeynep'in köyüne olan özlemi de eklenince ortaya yürek burkan bir türkü çıkar. Bu türkü hemen hemen her gün çileli Zeynep'in dilindedir. Zeynep evinin bahçesini bu türkü ile süsler. Zaman içinde bu özlem Zeynep'in anne babasına kadar gider. Bu haber karşısında kızı için hemen yola koyulan anne baba Zeynep'i gördüklerinde bir hayli şaşırırlar. Çünkü güzelliğiyle dikkatleri üzerine toplayan o güzel kadının yerine gözleri özlemle mahmurlaşmış hasta bir kadın çıkar. Zeynep anne babasını görünce özlemi bir nebze olsun diner ve mutlu olur. Fakat mutluluğu uzunca sürmesine ömrü vefa etmez. Özlem ve hastalık pençesinde gözlerini hayata yumar.

                  Özlemi ve hastalığı ölüm ile sonuçlanan bir kadın daha eklenir böylece kervana. İnsanlarda bu anlayışsızlık olduğu sürece daha çok can veririz böyle sebepsizce. Empati ile düşünen zihinlerle bir çare bulabiliriz belki bu yürek yangınına. 

                   Kadınların isteklerini gönül rahatlığı ile gerçekleştirdiği ve eşlerinin rızalarını kazandığı bir dünya görmek dileğiyle... 

                   Sanatla Kalın...


                       

YÜREĞİYLE BAKANLARIN TABLOSU

                             

                Gözlerimiz her zaman görünen kadarını anlamlandırır. Oysa yürekle bakmak bize görünenin ardındakini verir. Bugün yüreğimizle Vincent van Gogh'un Arles'daki Yatak Odasına bakacağız.

                Yıl:1889

                Tür: Yağlı Boya

                 Boyut:57,3 x 73 cm

                 Yer: Musee d'Orsay Paris/Fransa

                  İsim: Arles'daki Yatak Odası

                 Çalışmalarına yeni bir soluk getirmek isteyen Van Gogh 1888 yılında Güney Fransa'daki Arles'a taşındı. Burada Carrel Otel Restoranda bir oda kiraladı. O zamanların ünlü ressamlarından Gauguin'i çalışmalarını görmesi ve birlikte çalışmaları için yanına davet etti. İyi bir ressam olduğunu kanıtlamak istiyordu. Gauguin gelene kadar odasını bir ressamın çalışma odası gibi düzenlemeye karar verdi. Bu süre zarfında çeşitli tablolar yaparak yaptığı tabloları ile odanın duvarlarını süsledi. Ancak bunların hiçbiri Van Gogh'a yetmemişti. Basit bir konuda bile neler yapabileceğini kanıtlamak için kendi düzenlediği yatak odasının resmini çizmeye başladı. Bu çalışma ile aynı zamanda dinlenme ve rahatlama temasını da anlatmak istiyordu. Gauguin geldikten sonra birlikte tam 2 ay çalıştılar. 2 ay sonunda bilinmeyen bir nedenden dolayı anlaşmazlık yaşadılar. Bu anlaşmazlık sonucunda Van Gogh bunalıma girerek sol kulağını kesti. Tedavisini tamamladıktan sonra kendi isteği ile akıl hastanesine yattı.Burada kalırken çizdiği yatak odası resmini kız kardeşi Theo'ya gönderdi. Bir sel baskını sonucunda da bu resim zarar gördü. Duruma içerleyen Van Gogh resmin bir kopyasını çizmeye başladı. Yeni çizdiği resimde bu sefer değişiklikler yaptı. Kopyadan sonra annesi için bir kopya daha yaptı. Resmin son kopyasını çizdikten on ay sonra intihar ederek yaşamına son verdi.

                  Peki ya Van Gogh'un hayatını değiştiren bu oda bize ne anlatıyordu?

                  Resmi ilk çizmeye karar verdiğinde arkadaşına resmini anlattığı bir mektup yazdı. Bu mektupta resimdeki renk kullanımlarından resmin genel hatları ile ne anlatmak istediğinden bahsetti.

Bakınca insanda dinlendirici etki bırakan uyumak için uygun bir oda izlenimi bırakmasını istedi. Ancak pencerenin yarı açık olması, eşyaların yerleri ve odanın orantısızlığı odada ayrı bir gizem ve gerilim havası uyandırdı. Ne kadar dinlenmeyi yansıtmak istese de ruh halindeki çalkalanmalar resmine yansıdı. Resimde her eşyadan iki tane olması da yine Van Gogh'un içinde bulunduğu yalnızlığın ve bu yalnızlığa bir arkadaşla son veren bir özlemin yansımasıdır.

                    Çizdiği ikinci kopyasında yatağın yanında asılı duran ve arkasında asılı duran tablolarda değişiklik yaptı. Yanındaki tablolar arkadaşları Eugene Boch/ Paul Eugene Milliet 'in portreleriydi. Arkadaki resim ise bir Japon gravürüydü. Annesine gönderdiği kopyada ise yatağın yanındaki duvarda kız kardeşinin portresi ve oto portresi vardı. Yatağın arkasındaki duvarda ise Kayalıklar ve meşe ağaçları tablosu asılıydı.

                     Odanın genel yapısına bakıldığında odasının dinlenmeyi temsil etmesini istedi. Odası çarpık ve orantısızdı. Eşyalar genel büyüklüklerinden farklıydı. Bu da resme farklı bir boyut ve derinlik kattı. İşte bu derinliği olan resim bakanları farklı düşüncelere itmek için yeterliydi. Bu konu ile ilgili bir okurumuzla yapmış olduğumuz kısa röportajı sizinle paylaşmak istiyorum. 

                     Tabloda eşyaların düzeni, sayısı ve odanın şekli düşünülünce dikkatinizi en çok çeken şey nedir, sebebiyle söyleyiniz.

                    -Sandalyeler. Sebebini şu şekilde izah etmek istiyorum.Oda genel hatları ile tek kişilik düzenlenmiş görünüyor. Sandalyelerin iki tane olması sanatçının yalnızlıktan kurtulma isteğini yansıtıyor olabilir. Bu sebeple en çok dikkatimi çeken şey oldu.

                       Ressamın tablosunu tek bir duygu ile ifade edecek olsanız bu duygu olsanız bu duygu ne olurdu?

                    -Mihnet. Karşılığı üzüntü, elem, keder olan bu duyguyu söylememin sebebi tablodaki eşyaların düzensiz ve karmaşık duruyor olması, belirsizliği tıpkı insanın hüzünlü hallerinin sonucu gibi.

                    Van Gogh eserinden arkadaşına mektupta bahsederken şu cümleleri kullandı 'Nasıl basit bir kavramdan hareket ettiğimi görüyorsun değil mi?'' Bu cümleleri kullanırken aslında usta bir ressam olduğunu anlatmak istedi. Basitliğin altında yatan duyguları ve görünenleri resmiyle aktarmak istedi. Röportjda da gördüğümüz üzere hiçbir zaman tek bir bakış tek bir açı tek bir görünen yoktur. Van Gogh' ta bu eserinde bu şekilde farkına varılmayı amaçladı. Ancak anlaşılmamış olmak onu hayal kırıklığına uğratmış olacak ki bu hayattan istediğini almadan gitti. 

                      Her zaman görünenin ardındakilere bakabilmeniz ve hayatı isteklerinizle karşılayabilmeniz dileğiyle...

                      Sanatla Kalın...